• Nisan 19, 2024

ERZURUMLU EMRAH

BySemih Hasançebi

Eyl 17, 2020

ERZURUMLU EMRAH ŞİİRLERİ

*

Çağrışır bülbüller gelmiyor bağban
Hoyrat dost bağından gül aldı gitti..
Yüz bin mihnet çektim bir bağ bezettim
Yari ben besledim el aldı gitti..

Nice mihnet çektim bin daha gerek
Hayli ômür ister bir daha görek
Nazlı yarim aldı o kanlı felek
Aktı gözüm yaşı sel oldu gitti..

Nazlı yardan kem haberler geliyor
Dostlarım ağlıyor düşmanlar gülüyor
Dediler ki sefil Emrah ölüyor
Kimi kazma kürek bel aldı gitti..

*

El çek tabib el çek yaram üstünden
Sen benim derdime deva bilmezsin
Sen nasıl tabibsin yoktur ilacın
Yaram yürektedir sarabilmezsin

Sana derim sana ey kalbi hayın
Kimseler çekmesin feleğin yayın
Yıkıp harab ettin gönül sarayın
Alıp bir taşını koyabilmezsin

Emrah’ım dinledin benim sözlerim
Muhabettin can evimde gizlerim
Ne duruyon ağlasana gözlerim
Bir daha yarini görebilmezsin

*

Ey dil sana baki değil bu lane
Geldiceğin aşiyane var yürü
Bu dehr-i fenada düşme figane
Bir fenasız gülsitane var yürü

Sen de bu tarıka girmek dilersen
Bu yolda canla baş vermek dilersen
Men aref sırrına ermek dilersen
Esrar bilen dervişane var yürü

Eğerçi Emrah’ı istersen himmet
Mürşid-i kamile gel eyle hizmet
Her hana sultana eyleme minnet
Şahlar şahı Alişan’a var yürü

*

Felek çakmağını üstüme çaktı
Beni bir onulmaz derde bıraktı
Vücudum şehrini odlara yaktı
Yandım ataşına su leyli leyli

Felek çakmağını eyledi çengel
Yare gidem dedim koymuyor engel
Ölürsem kabrime sevdiğim sen gel
Gözün yaşı ile yu leyli leyli

Her an dilimizde dostun kelamı
Uğra dost köyüne e selamı
Tenhada görürsen Emrah cananı
Daim ezberimde o leyli leyli

*

Sabahtan uğradım ben bir fidana
Dedim mahmur musun, dedi ki yok yok
Ak elleri boğum boğum kınalı
Dedim bayram mıdır, dedi ki yok yok

Dedim inci nedir, dedi dişimdir
Dedim kalem nedir, dedi kaşımdır
Dedim on beş nedir, dedi yaşımdır
Dedim daha var mı, dedi ki yok yok

Dedim Erzurum nen, dedi ilimdir
Dedim giderm misin, dedi yolumdur
Dedim Emrah nedir, dedi kulumdur
Dedim satar mısın, söyledi yok yok

*

Gene bahar oldu, açıldı güller
Bülbül-ü şeydalar bağlarda gezer.
Bir saçı Leylâya meyil verenler
Elbet Mecnun olur, dağlarda gezer.

Ne sönmez ateştir aşkın ateşi
Gittikçe artırır serde savaşı
Yâr senin aşkından çeşmimin yaşı
Bahar seli gibi çağlar da gezer.

Emrah tek tıfıldan bağrı yanıklar
Bezm-i muhabbete kalbi sadıklar
Maşukundan cüda düşen âşıklar
Ruz-ü şeb ah eder ağlar da gezer.

*

Gönül gitmek ister gurbet illere
Velakin bizleri yar eğlendirir
Ezelden mailiz gonca güllere
Bülbül-i şeydayı zar eğlendirir

Bülbül gibi kaldık güller içinde
Gözümüz kan ağlar seller içinde
Biz ehl-i harabız iller içinde
Bizi ancak namus ar eğlendirir

Biz sözüm var aşkare söylenmez
Söylesem de nazlı yarca dinlenmez
Zincir ile bağlasanız eğlenmez
Emrah’ı zülfünde yar eğlendirir

*

Gönül gurbet ele çıkma
Ya gelinir ya gelinmez
Her dilbere meyil verme
Ya sevilir ya sevilmez

Yöğrüktür bizim atımız
Yardan atlattı zatımız
Gurbet ilde kıymatımız
Ya bilinir ya bilinmez

Bahçemizde nar ağacı
Kimi tatlı kimi acı
Gönüldeki dert ilacı
Ya bulunur ya bulunmaz

Deryalarda olur bahri
Doldur ver içem zehri
Sunam gurbet elin kahrı
Ya çekilir ya çekilmez

Emrah der ki düştüm dile
Bülbül figan eder güle
Güzel sevmek bir sarp kale
Ya alınır ya alınmaz

*

Bunca zaman oldu ey kaşı siyah
Oldu gül yüzüne hasret gözlerim
Senden gayrisine eylemez nigah
Günde görse yüz bin suret gözlerim

Kan ağlar visale ereyim deyi
Tomurcuk gülleri dereyim deyi
Bir de mah cemalin göreyim deyi
Kaldı baka baka hasret gözlerim

Emrah der üzüldü senden elim yar
Ya kime söyleyim vasfı halim yar
Behey mürüvvetsiz kanlı zalim yar
Çok gördü yolunda mihnet gözlerim

*

Güzel sallanarak nerden gelirsin
İşin nedir maslahatın sevdiğim
Kaldır nikabını görem yüzünü
Balaban bakışlı gözün sevdiğim

Ay doğa da altın başın parlaya
Gün değe de top zülüfler terleye
Seni bastırmayım kuru yerlere
Gül döşeyim yollarına sevdiğim

Tan yıldızı gibi parladın çıktın
Gören aşıkların bağrını yaktın
Güzel turna mısın gölden mi kalktın
Al valasın yeşil başın sevdiğim

Benim yarim porsuk bağlar başını
İnci imiş sedef sandım dişini
El yanında baksam yıkar kaşını
Tenhalarda gülüşünü sevdiğim

Kıymetli ırak uzak dediler
Zülüfü gerdana tuzak dediler
Hay vah Emrah’a yazık dediler
Ağlama hey gözün yaşın sevdiğim

*

Hayal hayal olmuş karşıki dağlar
Muhannet gözlerin dolukmuş ağlar
Esti sam yelleri bozuldu bağlar
Onun için bende gam telaşı var
Alim derdin alim bin telaşı var

Yıkılsın dünyanın pembe irengi
Dinlemez öldürür yoksulu begi
Kimi yemez baklavayı böreği
Kiminin akşama nan telaşı var
Alim derdin alim bin telaşı var

Ey Emrah elveda yüklendi göçüm
Affeyle yarabbi çoğoldu suçum
Okuyum kuranlar musaflar açın
Azrail göğsümde can telaşı var
Alim derdin alim bin telaşı var

*-

Hazân ile geçti gülşeni bustan
Eyler dertli bülbül zâr garip garip
Haraba yüz tuttu bezmi gülistan
Ağla şimdengeru var garip garip.

Hançeri feleğin ucu ciğerde
Gittikçe artıyor yara bu serde
Diyarı gurbette tutuldum derde
Gel tabip yaramı sar garip garip.

Emrah bizim elin gonca gülleri
Açılmıştır öter dost bülbülleri
Ben sefil sergerdan gurbet elleri
Gezeyim bir zaman yâr garip garip.

*

Hey ağalar bir sunanın elinden
Aşk ile bu dertli sinem dağlıdır
Leyl ü nehar hasretini çekerim
Heman başım bir Leyla’ya bağlıdır

Aşıklar hublardan almaz mı bacı
Ayrılık şerbeti zehirden acı
Rakibin elinde hasret kılıcı
Çarka tutmuş bizim için zağlıdır

Emrah der ki dost ilinden gelirim
Gelirim de şu yerlerde kalırım
Ben yarimi kokusundan bilirim
Zülüfleri misk ü amber yağlıdır

*

Bir vefasız muhabbetsiz yar için
Çekmediğim derd ü hicran mı kaldı
Sinem yarasını sarmadım ey dil
Hokka-i alemde derman mı kaldı

Can verdim ellerin melametinden
Yandı gönül aşkın hararetinden
Bir kanlı zalimin şikayetinden
Varmadığım bab-ı sultan mı kaldı

Emrahi nedir bu binevalığın
Terk etti cihandan aşinalığın
Behey güzel senin bivefalığın
Duyup işitmedik insan mı kaldı

*

Visal-i cananı saldım gümandan
Ne dildarım kaldı ne zarım kaldı
Muhabbet riştesin kestim cihandan
Ne ağyanm kaldı ne yarim kaldı

Nar-ı aşka saldım ahir ben beni
Ateşlere yandı akıl hirmeni
Harabe yüz tuttu gönül gülşeni
Ne gülzarım kaldı ne harım kaldı

Bir yere cem oldu aşk ile sevda
Emrah’ı ettiler aleme rüsva
Akıl sermayesin ettiler yağma
Ne efkarım kaldı ne varım kaldı

*

Ne feryat edersin divane bülbül
Senin bu feryadın gülşene kalsın
Bu dünyada eremezsen murada
Huzur-i mahşere divana kalsın

Nesin methedeyim bir kaşı kara
Şu sineme açtı onulmaz yara
Cümle tabip gelse derdime çare
Derdimin dermanı Lokman’a kalsın

Bir yar için geçtim can u serimden
Vücudum kül oldu aşkın narından
Emrah buse ister nazlı yarinden
Bu bayram olmazsa kurbana kalsın

*

Âlim isen gel ol ilminde âmil,
Tarîk-i Hak’tır bu billâh efendi.
Sakın her dergâha sen olma sâil,
Dergâh-ı Mevlâ’dır dergâh efendi.

Vurma bir kimseye vurulmayasın,
Bir amel işle ki sorulmayasın,
Bir tarîka gir ki yorulmayasın,
Doğru Hakk’a gider o râh efendi.

Hakk’ı bul nâ-hakka eyleme tapu,
Yâr için agyâra kılma tekâpû,
Bir kapı kaparsa, açar bin kapu,
Fâtih-i ebvâd’dır Allah, efendi.

Sûfî ister isen Cennet’le hûrî,
Getirme kalbine kibr ü gurûru,
Sakın câhil sanma ey gözüm nûru,
Her fenne âlimdir Emrâh, efendi.

ERZURUMLU EMRAH HAYATI

Erzurum’un Ilıca ilçesine bağlı Tanbura köyünde doğdu. Doğum tarihi ve ailesi hakkında bilgi yoktur. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu 1230-1235 (1814-1819), Eflâtun Cem Güney 1191-1199 (1777-1784) yılları arasında doğmuş olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Yapılan son araştırmalar daha çok ikinci görüşü doğrulamakta, Emrah’ın XVIII. yüzyılın son çeyreğinde doğduğu ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

İlk gençlik yıllarında köyünden ayrılarak Erzurum’a giden şair medrese tahsiline devam edip orada divan şiiri zevkini tattı ve nazım tekniğini öğrendi. Erzurumlu Emrah bâdeli âşık değildir (bk. ÂŞIK). O dönemin âşık hayat tarzının gereği olarak bir süre sonra Erzurum’dan ayrıldı ve Trabzon, Kastamonu, Sivas, Tokat, Çankırı, Niğde gibi çeşitli yöreleri gezdi. Bu arada Nakşibendî tarikatının Hâlidiyye koluna intisap etti. Erzurum’dan ayrılmadan önce ve gezdiği illerin hemen hepsinde evlendiğini belirten kaynaklardaki bu bilgiyi ihtiyatla karşılamak gerekir.

Emrah gezdiği yerlerde başta Tokatlı (Beşiktaşlı) Gedâî ve Tokatlı Nûri olmak üzere birçok çırak yetiştirmiş, böylece bir âşık kolunun kurucusu olmuştur. Bu kol vasıtasıyla Emrah’ın şiirlerinin türkü ve şarkı olarak söylenmesi, onun sevilmesini ve şöhretinin yayılmasını sağlamıştır. Bir rivayete göre altı ay kadar İstanbul’da Tavukpazarı’ndaki Âşıklar Cemiyeti’nin reisliğinde bulunmuştur. Bugüne kadar eserlerinde İstanbul’a gittiğine dair herhangi bir kayda rastlanmamakla beraber Saim Sakaoğlu “Püskül Destanı”ndan hareketle II. Mahmud zamanında (1808-1839) İstanbul’a gitmiş olabileceğini belirtir (Ercişli Emrah, s. 4). Yine geleneğe göre Emrah ölmeden önce sazını ve sözünü Nûri’ye, hâfıza kuvvetini de Gedâî’ye bırakmış, Nûri’ye Anadolu’dan çıkmamasını, Gedâî’ye ise Rumeli’ye gidip oradan dönmemesini vasiyet etmiştir.

Ömrünün son yıllarını Tokat’ın Niksar ilçesinde geçiren ve orada vefat eden Emrah’ın ölüm yılı da doğum tarihi gibi tartışmalıdır. Bursalı Mehmed Tâhir ve Ahmet Talat (Onay) 1293 (1876) yılını kabul ederken bir kısım araştırmacılar, şairin ölümünden çok sonra yaptırılan mezar kitâbesindeki 1271 (1854-55) tarihini kabul etmektedirler. Ancak Cahit Öztelli, Tokatlı Nûri’nin, “Nûrî ne güzel söylemiş üstâdına rahmet” mısraında düşürdüğü tarihten hareketle Emrah’ın ölüm yılının 1277 (1860) olduğunu ileri sürmüştür.

Çağdaşları gibi Erzurumlu Emrah da şiirlerinin genel havası ile divan şiirine çok yakın olup saz şairlerinin kullandığı dili divan edebiyatı lugatına açan bir şairdir. Tasavvuf unsurları ve mahallî dil hususiyetleri şiirinin en belirgin özellikleridir. Belirli sınırlar içinde kalarak mahallî zevki tatmin edebilen Emrah, her iki gelenekte yetişen birçok çağdaşı gibi yaşadığı devrin resmî hayata getirdiği yeni terimleri şiire sokup bunlar üzerinde yaptığı oyunlarla gerçekte âşık tarzına yeni bir şey katmamıştır. Doğuştan temsil ve taklit gücüne sahip bir sanatkâr olmasından dolayı divan şiirinin asıl temsilcisi aydın çevreler dışında İslâmî kültürü az, zevki basit, fakat daha geniş bir sahası bulunan halk zümresi içinde arzu ettiği şöhreti kazanmış, şuurlu bir aydın âşık olarak tanınmıştır. Mizacı dervişlikten çok âşıklığa uygun olduğundan ömrünü aşk maceralarıyla geçirmiş ve en samimi eserlerine bu maceralar kaynaklık etmiştir. Şiirlerini diğer saz şairleri gibi âşık fasıllarında okunmak üzere yazan Emrah, XIX. yüzyıl âşık tarzının bütün özelliklerini iyi bilen ve bunlara bağlı kalan çok yönlü bir şairdir. Dilinin ağır olmasını, yaşadığı devirdeki âşık tarzının bir özelliği olarak değerlendirmek gerekir.

Emrah’ın asıl şahsiyetini ve edebî kişiliğini gösteren parçalar hece vezniyle yazdığı şiirlerdir. Aruzla yazdığı şiirleri daha fazla olmasına rağmen bunlardaki şekil ve dil kusurlarının çokluğu onun klasik şair olarak kabul edilmesine engeldir.

Şiirlerinde aşk, ayrılık, gurbet ve yaşadığı devirden şikâyet gibi temalar yanında tasavvufî unsurlar da önemli bir yer tutar. Vahdet-i vücûdun medrese tarafından da kabul edilmiş görüşlerine sık sık yer veren şair, kendisinin bu yolda ilerlemiş bir mutasavvıf olduğunu iddia etmiştir. Bazı kaynaklarda Bektaşîliğe sempatisinden söz edilmesi (Kocatürk, s. 580), Bektaşî dervişlerine özenmesinden ileri gelmektedir. Bazan halk türkülerini, bazan da tanınmış saz şairlerini taklit etmiş, ayrıca Fuzûlî, Bâkî ve Nedîm gibi divan şairlerine nazîreler yazmaya çalışmıştır.

Ercişli Emrah’ın şiirleri uzun süre şöhreti daha yaygın olan Erzurumlu Emrah’a mal edilmiş ve bu durum çeşitli tartışmalara sebep olmuştur. Son yıllarda her ikisi üzerinde yapılan ciddi araştırmalar, iki şair arasındaki farkları ortaya çıkardığı gibi şiirlerin gerçek sahipleri de büyük ölçüde belirlenmiştir. Emrah’ın şiirlerinin çoğu Tokatlı Nûri tarafından bir araya getirilmiştir. Erzurum eski milletvekillerinden Mehmed Sâlih Efendi’nin özel kütüphanesinde bulunan bu önemli yazmanın ilk kısmında şairin hece ve aruz vezniyle yazdığı toplam 348 manzume, son kısmında ise Nûri’nin kendi şiirleri yer almaktadır (Ergun, s. 1271). Ayrıca aruz vezniyle yazdığı şiirler, Rifâî şeyhlerinden Erzurumlu Abdülaziz tarafından Dîvân-ı Emrah adıyla elli altı sayfalık bir kitapçık halinde bastırılmıştır (İstanbul 1332). Emrah ve şiirleri üzerinde birçok yayın yapılmasına rağmen şairi ve şiirlerini etraflıca tanıtan bir eser henüz neşredilmemiştir.

Erzurumlu Emrah için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın öncülüğünde Tokat’ın Niksar ilçesinde yaptırılan türbe 3 Mayıs 1986’da açılmıştır.

Müellif:

NURETTİN ALBAYRAK


BİBLİYOGRAFYA

Osmanlı Müellifleri, II, 84.

Murat Uraz, Halk Edebiyatı Şiir ve Dil Örnekleri, İstanbul 1933, s. 49-51.

Köprülü, Türk Saz Şairleri, s. 707-768.

Ergun, Türk Şairleri, III, 1269-1276.

Tanpınar, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 101-103.

Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 579-581.

Banarlı, RTET, II, 852-854.

Eflâtun Cem Güney – Çetin Eflâtun Güney, Erzurumlu Emrah, İstanbul 1975.

İbrahim Aslanoğlu, “Halk Edebiyatı Seksiyonu Erzurumlu Emrah’a Dair Notlar”, Uluslararası Folklor ve Halk Edebiyatı Semineri Bildirileri 27-29 Ekim 1975 Konya, Ankara 1976, s. 194-199.

a.mlf., “Erzurumlu Emrah’ın Yaşamıyla İlgili Belgeler ve Bilgiler”, III. Uluslararası Türk Halk Edebiyatı Semineri, Eskişehir, ts., s. 53-59.

Cahit Öztelli, Sahte Şöhret Bir Ozan: Erzurumlu Emrah, Ankara 1976.

a.mlf., “Erzurumlu Emrah Hakkında Yeni Notlar’, TFA, sy. 29 (1951), s. 454-455.

Orhan Ural, “Dost Elinden Gelen Turna”, Erzurumlu Emrah, Hayatı, Şiirleri, İstanbul 1976.

Saim Sakaoğlu, Ercişli Emrah, Ankara 1977, s. 3, 4.

a.mlf., “Erzurumlu Emrah”, Büyük Türk Klâsikleri, IX, 238-240.

Pertev Naili Boratav, Folklor ve Edebiyat II, İstanbul 1983, s. 40-46.

Ali Berat Alptekin, Erzurumlu Emrah Bibliyografyası (Hayatı Sanatı ve Şiirlerinden Örnekler), Ankara 1986.

Vehbi Cem Aşkun, “Emrah Hiçbir Zaman Sahte Şöhret Değildir”, TFA, sy. 321 (1976), s. 7609-7610.

R. Ekrem Koçu, “Emrah (Erzurumlu)”, İst.A, IX, 5107.

TDEA, I, 195; III, 39-40.

Bağlantılı Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.