• Nisan 25, 2024

RIZA TEVFİK BÖLÜKBAŞI

BySemih Hasançebi

Oca 18, 2021

(7 Ocak 1869 – 30 Aralık 1949)Türk şair, filozof ve devlet adamıdır. Tıp eğitimi görmesine rağmen çok yönlü kişiliğinin sayesinde siyasette aktif olmuş, devletin birçok kademisinde görev aldı. Politik olarak aykırı bir düşünce yapısı benimsediğinden uzun yıllar sürgün hayatı yaşadı. Tabii doğal olarak bu yaşanmışlıkların etkisi, politik durumun etkisi şiirlerine yansıdı. 1907’de İttihat ve Terakki Cemiyetine giren şâir, güçlü hatipliğiyle kısa sürede şöhret kazandı. Bir yıl sonra, İttihatçıların Edirne mebusu oldu ve meclise girdi. 1908’de ilân edilen II. Meşrutiyet sonrası Selim Sırrı Bey (Tancan) ile birlikte at üstünde İstanbul’un asayişinden sorumlu oldu. İstanbul’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin en önde gelen şahsiyeti olarak sivrildi ve devrim günleri boyunca Dersaadet’in en etkili kişileri arasında yer aldı. Bu dönemde iri cüssesi ile nam salmıştı. İsyancı mizâcıyla, çok geçmeden İttihatçılardan ayrılarak onların karşısına geçti. Balkan Harbinin İttihatçılar yüzünden çıktığına inanıyor ve Birinci Dünyâ Harbine girilmesine şiddetle karşı çıkıyordu. Bu sebepten İttihatçılara muhalefeti bir kin hâline geldi. Onlarla mücâdele için 1912’de Hürriyet ve İtilaf Partisine katıldı. Bu sırada, vaktiyle çok hakâret ve iftira ettiği Sultan II. Abdülhamid Han’dan özür dileyen şiirler yazdı.1918 yılında son Osmanlı kabinesinde Maarif Nâzırlığı (Eğitim Bakanlığı) yaptı. Aynı yıl “Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası”nın büyük üstadı oldu. 1919’da Şûra-yı Devlet (Danıştay) reisliği yaptı. Darülfünun’da Felsefe müderrisliği yaptı ve felsefenin eğitim sisteminde yer alması için oldukça çabaladı. 1908 tarihinde başlayan ve 1918’e kadar süren II. Meşrutiyet dönemi boyunca tiyatro salonları ve halka açık kıraathanelerde konferanslar verdi. Osmanlı delegesi olarak, Sevr Antlaşmasını (1920) imzâlayanlar arasında bulundu. Kuvâ-yı Milliye hareketine karşı çıktığı için yüzellilikler listesine alındı. Bu sebeple 1922’de yurtdışına kaçtı. Ömrünün geri kalan 21 yıllık kısmını sürgünde geçirdi. Bu sürgün yıllarında Hicaz Bölgesi, Amerika, Ürdün ve Lübnan’da yaşadı. Af Kânunu’ndan istifâde ederek, 1943’te kendi ifâdesiyle, “Hesaplaşmak için değil vedâlaşmak için” yurda döndü. 31 Aralık 1949’da felç tedavisi için yattığı İstanbul Vakıf Gurebâ Hastanesi’nde zatürreden öldü. Kabri, Zincirlikuyu Asrî Mezarlığındadır.

Rıza Tevfik, düzensiz ve uzun süren okul tahsiline rağmen şaşılacak kadar geniş bilgi sâhibidir. Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca, Lâtince, İspanyolca, Arapça ve Farsça gibi sekiz lisanı okur, yazar ve konuşurdu. Târih bilgisi, hâfızası, sohbeti, zekâsı, nüktesi bütün tanıyanlarca övülür. Bundan başka hatip, şâir, pehlivan, doktor, sahne sanatçısı… kısacası eskilerin deyimiyle hezârfen (bin hünerli) bir adamdı. Rıza Tevfik, okul hayâtından beri isyancı, ferdiyetçi, o gün için dillerde dolaşan hürriyete tutkun, disiplinsiz ve her şeye muhâlif mizâcı ile tanınır. Felsefî nesir, edebî inceleme, tenkit ve şiir türlerinde eser vermiştir. Rıza Tevfik Bölükbaşı, bütün şiirlerini tek kitabı olan ve 1934’te Lefkoşa’da basılan “Serâb-ı Ömrüm” isimli kitabında bir araya getirmiştir. Fakat birçok taşlamalı ve mizahlı şiirini bu kitaba almamıştır. Şiirlerinde Yunus Emre’den Dertli’ye kadar, Halk ve Tekke şâirlerinin kullandığı canlı dili ve hece veznini örnek almıştır. Bu nedenle halk ve gençler üzerinde etkisi büyük olmuştur. Çocukluğundan beri başına gelenler ve özellikle gurbette geçen acı dolu yılların tortusu, çoğu şiirlerine bezginlik, hüzün ve kötümserlik hâlinde sinmiştir. Her zaman içli ve ilhamcı şiire yöneldiği için bilgiçliğe sapmamış, didaktik (öğretici) şiiri benimsememiştir. En çok, koşma nazım şeklini kullanmıştır. Rıza Tevfik’in Ömer Hayyam çevirileri, Tevfik Fikret hakkında incelemesi ve Darülfünun’da vermiş olduğu felsefe derslerinin ders notları kitaplaştırılarak Felsefe Dersleri adıyla yayınlanmış olup felsefî açıdan Türk fikir hayatında önemli bir yere sahiptir. Bu eserin transkripsiyonu 2001 yılında Dr. Münir Dedeoğlu tarafından günümüz Türkçesiyle yeniden yayınlanmıştır. “Abdülhak Hamid ve Mülâhazât-ı Felsefiyesi” adlı eserini Abdullah Uçman İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları’ndan çıkarmıştır. * * Gözlerin

Ruhumda gizli bir emel mi arar Gözlerime bakıp dalan gözlerin Aklıma gelmedik bilmece sorar Beni hülyalara salan gözlerin Nigahın gönlümü -ey peri- peyker Leyal-i hasretin hüznünü döker Karanlıklar gibi yıkılır, çöker İçimde yer edip kalan gözlerin Huzurunda bazan benliğim erir Tavrın hulusumdan şüphe gösterir Bazan da ne olmaz ümitler verir Sabr-u kararımı alan gözlerin Gamzende zahir ey ömrümün varı Füsun-ı hüsnünün bütün esrarı Neşr eder aleme reng-i baharı Koyu menekşeye çalan gözlerin Sihirdir şüphesiz bütün bu şeyler Bakışın zihnimi perişan eyler Bana aşk elinden efsane söyler Aşka inanmayan yalan gözlerin

RIZA TEVFİK BÖLÜKBAŞI * * UÇUN KUŞLAR

Uçun kuşlar uçun doğduğum yere; şimdi dağlarında mor sünbül vardır. Ormanlar koynunda bir serin dere, dikenler içinde sarı gül vardır. O çay ağır akar, yorgun mu bilmem? Mehtabı hasta mı, solgun mu bilmem? Yaslı gelin gibi mahzun mu bilmem? Yüce dağ başında siyah tül vardır. Orda geçti benim güzel günlerim; o demleri anıp bugün inlerim. Destan-ı ömrümü okur dinlerim, içimde oralı bir bülbül vardır. Uçun kuşlar, uçun burda vefa yok; öyle akar sular, öyle hava yok; feryadıma karşı aks-i seda yok; bu yangın yerinde soğuk kül vardır. Hey rıza, kederin başından aşkın, bitip tükenmiyor elem-i aşkın, sende -derya gibi- daima taşkın, daima çalkanır bir gönül vardır.

Rıza Tevfik Bölükbaşı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.