• Nisan 18, 2024

ATTİLA İLHAN -BİR KUŞAK ONUN ŞİİRİYLE BESLENDİ

BySemih Hasançebi

Eki 11, 2020

MAHUR BESTE

Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız

O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız

Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız

Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız

O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız

Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı

Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı

Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı

Gittiler akşam olmadan ortalık karardı

Bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra

Sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara

Simsiyah bir teselli olur belki kalanlara

Geceler uzar hazırlık sonbahara

*

AYSEL GİT BAŞIMDAN

aysel git başımdan ben sana göre değilim

ölümüm birden olacak seziyorum

hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

aysel git başımdan istemiyorum

benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün

dağıtır gecelerim sarışınlığını

uykularımı uyusan nasıl korkarsın

hiçbir dakikamı yaşayamazsın

aysel git başımdan ben sana göre değilim

benim için kirletme aydınlığını

hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

Islığımı denesen hemen düşürürsün

gözlerim hızlandırır tenhalığını

yanlış şehirlere götürür trenlerim

ya ölmek ustalığını kazanırsın

ya korku biriktirmek yetisini

acılarım iyice bol gelir sana

sevincim bir türlü tutmaz sevincini

aysel git başımdan ben sana göre değilim

ümitsizliğimi olsun anlasana

hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

sevindiğim anda sen üzülürsün

sonbahar uğultusu duymamışsın ki

içinden bir gemi kalkıp gitmemiş

uzak yalnızlık limanlarına

aykırı bir yolcuyum dünya geniş

büyük bir kulak çınlıyor içimdeki

çetrefil yolculuğum kesinleşmiş

sakın başka bir şey getirme aklına

aysel git başımdan ben sana göre değilim

ölümüm birden olacak seziyorum

hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

aysel git başımdan seni seviyorum

*

AN GELİR

an gelir

paldır küldür yıkılır bulutlar

        gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet

               o eski heyecan ölür

an gelir biter muhabbet

        çagılar susar heves kalmaz

              şatârâbân ölür

şarabın gazabından kork

       çünkü fena kırmızıdır

            kan tutar / tutan ölür

sokaklar kuşatılmış

                    karakollar taranır

                         yağmurda bir militan ölür

an gelir

ömrünün hırsızıdır

      her ölen pişman ölür

            hep yanlış anlaşılmıştır

                   hayalleri yasaklanmış

an gelir şimşek yalar

masmavi dehşetiyle siyaset meydanını

      direkler çatırdar yalnızlıktan

              sehpada pir sultan ölür

son umut kırılmıştır

      kaf dağı’nın ardındaki

          ne selam artık ne sabah

           kimseler bilmez nerdeler

             namlı masal sevdalıları

evvel zaman içinde

      kalbur saman ölür

            kubbelerde uğuldar bâkî

çeşmelerden akar sinan

      an gelir

          -lâ ilâhe illallah-

                 kanunî süleyman ölür

görünmez bir mezarlıktır zaman

       şairler dolaşır saf saf

          tenhalarında şiir söyleyerek

                kim duysa / korkudan ölür

-tahrip gücü yüksek-

       saatli bir bombadır patlar

               an gelir

                    Attila ölür

BEN SANA MECBURUM

Ben sana mecburum bilemezsin

Adını mıh gibi aklımda tutuyorum

Büyüdükçe büyüyor gözlerin

Ben sana mecburum bilemezsin

İçimi seninle ısıtıyorum.

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor

Bu şehir o eski İstanbul mudur

Karanlıkta bulutlar parçalanıyor

Sokak lambaları birden yanıyor

Kaldırımlarda yağmur kokusu

Ben sana mecburum sen yoksun.

Ölmek kimi zaman rezilce korkuludur

İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur

Tutsak ustura ağzında yaşamaktan

Kimi zaman ellerini kırar tutkusu

Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından

Hangi kapıyı çalsa kimi zaman

Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatih\’te yoksul bir gramafon çalıyor

Eski zamanlardan bir cuma çalıyor

Durup köşe başında deliksiz dinlesem

Sana kullanılmamış bir gök getirsem

Haftalar ellerimde ufalanıyor

Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem

Ben sana mecburum sen yoksun.

Belki haziranda mavi benekli çocuksun

Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor

Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden

Belki Yeşilköy\’de uçağa biniyorsun

Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor

Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin

Kötü rüzgar saçlarını götürüyor

Ne vakit bir yaşamak düşünsem

Bu kurtlar sofrasında belki zor

Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden

Ne vakit bir yaşamak düşünsem

Sus deyip adınla başlıyorum

İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin

Hayır başka türlü olmayacak

Ben sana mecburum bilemezsin.

*

MÜJGAN’A AŞK ŞARKILARI

1

dinlerdim telâşlı kanûnlardan sarışın türkçeyi

nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi

ürkek bir çilenti usulca yoklardı bahçeyi

nerde tâvus kuşları nerde müjgân’ın gençliği

nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi

okşamak kumrallığını içimden uysal lambaların

beyhude ıslıklarını yakınlaşan sonbaharın

akşam tenhalığında birlikte duygulanmaların

saklı mutluluğuyla dalgından çok daha fazla dalgın

nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi

bir parça son yalnızlığa öncekiler hazırlıktır

insan bırakmaz sevdiğini sevmek insanı bırakır

kalırsa gözlerinin elinde yaldızı belki kalır

ney üşür kanûn pırıldar udlar oldukça karanlıktır

nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi

2

o akşam da lambamızı söndürmüştük nedîm ile

nedîm’den bile kıskandığım sevdiğim ile

son şarkılar dağılmıştı mevsim ile

yalnız çamlıca’da bir ud yankılanırdı

dünyayı tumturaklı bir yalan sayanlar

yalanın dehşetini yaşlandıkça anlar

nâzım’ın pirâye’yi sevdiği zamanlar

ölse ölümünden ne suçlar çıkarılırdı

boğucu bir sessizlikte ateşten goncalardır

o demirden şiirler ki sanki tabancalardır

umutsuz hangi gününde el atsan ateşe hazır

nâzım onları yazarken duvarlar çatırdardı

gördün sessizce buluştuğunu nâzım’la nedîm’in

lâcivert ıssızlığında yıldızlı bir serviliğin

birinin elinde vâridât’ı simavnalı bedreddin’in

birinin ağzında gül elinde mey kâsesi vardı

3

istanbul puslu karaltıyla müstef’ilün bir gemi

duyulur padişah saltanatıyla bulutlara demirlediği

soğuk akşamlar çalar saatlar kadife konakta

ben uyansam da ay ışığından müjgân uyumakta

o soyut kuşlar su aydınlığında atlas yorganların

yüz yıllık hüznüyle yüklü osmanlı zindanlarının

pul pul dağılırlar tasalı bol yansımalı boşlukta

ben uyansam da ay ışığından müjgân uyumakta

gece hattât yesârî’nin süzüldükçe vav kayıkları

işlenir yeni baştan bütün sevmek yanlışlıkları

bilmem tamamlanır mıydık bir başka yaşamakta

ben uyansam da ay ışığından müjgân uyumakta

o şarkı söylese çalgıların korkup bıraktıklarından

büyülü tamburların kendi başlarına çaldıklarından

ulaşır hâfız post’a sesi yankılarla sonsuzlukta

ben uyansam da ay ışığından müjgân uyumakta

4

akşam kılıçlar düşürdüğü ayın ışığından boğaz’da

müjgân mıdır bir uzak gülümsemek midir sazda

ferahnâk’ta iyimser kötümser çarçabuk hicâz’da

müjgân mıdır sevilmek yanlış anlaşılmak mı biraz da

üretir sessizliği erguvanlar düşler sevdayı tamamlar

suları yansıtır camlar cıvalı bir beyazda

müjgân mıdır yoksa sabahlamak mı hâfız’la şirâz’da

divanlardan gül çığlıkları horasanlı papağanlar

şehzâde çılgınlıkları o unutulmaz yazda

müjgân mıdır sevilmek yanlış anlaşılmak mı biraz da

*

YAĞMUR KAÇAĞI

elimden tut yoksa düşeceğim

yoksa bir bir yıldızlar düşecek

eğer şairsem beni tanırsan

yağmurdan korktuğumu bilirsen

gözlerim aklına gelirse

elimden tut yoksa düşeceğim

yağmur götürecek yoksa beni

geceleri bir çarpıntı duyarsan

telâş telâş yağmurdan kaçıyorum

sarayburnu\’ndan geçiyorum

akşamsa eylülse ıslanmışsam

beni görsen belki anlayamazsın

içlenir gizli gizli ağlarsın

eğer ben yalnızsam yanılmışsam

elimden tut yoksa düşeceğim

yağmur götürecek yoksa beni.

SİSLER BULVARI

elinin arkasında güneş duruyordu

aylardan kasımdı üşüyorduk

ağacın biri bulvarda ölüyordu

şehrin camları kaygısız gülüyordu

her köşe başında öpüşüyorduk

sisler bulvarı’na akşam çökmüştü

omuzlarımıza çoktan çökmüştü

kesik birer kol gibi yalnızdık

dağlarda ateşler yanmıyordu

deniz fenerleri sönmüştü

birbirimizin gözlerini arıyorduk

sisler bulvarı’nda seni kaybettim

sokak lambaları öksürüyordu

yukarda bulutlar yürüyordu

terkedilmiş bir çocuk gibiydim

dokunsanız ağlayacaktım

yenikapı’da bir tren vardı

sisler bulvarı’nda öleceğim

sol kasığımdan vuracaklar

bulvar durağında düşeceğim

gözlüklerim kırılacaklar

sen rüyasını göreceksin

çığlık çığlığa uyanacaksın

sabah kapını çalacaklar

elinden tutup getirecekler

beni görünce taş kesileceksin

ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!

sisler bulvarı’ndan geçtim sırılsıklamdı

ıslak kaldırımlar parlıyordu

durup dururken gözlerim dalıyordu

bir bardak şarapta kayboluyordum

gece bekçilerine saati soruyordum

evime gitmekten korkuyordum

sisler boğazıma sarılmışlardı

bir gemi beni afrika’ya götürecek

ismi bilmiyorum ne olacak

kazablanka’da bir gün kalacağım

sisler bulvarı’nı hatırlayacağım

kırmızı melek şarkısından bir satır

lodos’tan bir satır yağmur’dan iki

senin kirpiklerinden bir satır hatırlayacağım

seni hatırlatanın çenesini kıracağım

limanda vapurlar uğuldayacak

sisler bulvarı bir gece haykırmıştı

ağaçları yatıyordu yoksuldu

bütün yaprakları sararmıştı

bütün bir sonbahar ağlamıştı

ağlayan sanki istanbul’du

öl desen belki ölecektim

içimde biber gibi bir kahır

bütün şiirlerimi yakacaktım

yalnızlik bana dokunuyordu

eğer sisler bulvarı olmasa

eğer bu şehirde bu bulvar olmasa

sabah ezanında yağmur yağmasa

şüphesiz bir delilik yapardım

hiç kimse beni anlıyamazdı

on beş sene hüküm giyerdim

dördüncü yılında kaçardım

belki kaçarken vururlardı

sisler bulvarı’ndan geçmediğin gün

sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm

yağmurun altında yalnızım

ağzım elim yüzüm ıslanıyor

tren düdükleri iç içe giriyorlar

aklımı fikrimi çeliyorlar

aksaray’da ışıklar yanıyor

sisler bulvarı ayaklanıyor

artık kalbimi susturamıyorum

*

ELDE VAR HÜZÜN

söyleşir

evvelce biz bu tenhalarda

ziyade gülüşürdük

pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha kuşlarının

ne meseller söylenirdi mercan koz nargileler

zamanlar değişti

ayrılık girdi araya

hicrana düştük bugün

ah nerde gençliğimiz

sahilde savruluşları başıboş dalgaların

yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller

elde var hüzün

o şehrayin fakat çıkar mı akıldan

çarkıfeleklerin renk renk geceye dağılması

sırılsıklam aşık incesaz

kadehlerin mehtaba kaldırılması

adeta düğün

hayat zamanda iz bırakmaz

bir boşluğa düşersin bir boşluktan

birikip yeniden sıçramak için

elde var hüzün.

*

CİNAYET SAATİ

haliç\’te bir vapuru vurdular dört kişi

demirlemişti eli kolu bagliydi agliyordu

dört biçak çekip vurdular dört kişi

yemyeşil bir ay gökte dagiliyordu

deli cafer ismail tayfur ve şaşi

maktulün onbeş yillik arkadaşi

üçü kamarot öteki aşçibaşi

dört biçak çekip vurdular dört kişi

cinayeti kör bir kayikçi gördü

ben gördüm kulaklarim gördü

vapur kudurdu kuduz gibi bögürdü

hiç biriniz orada yoktunuz

demirlemişti eli kolu bagliydi agliyordu

on üç damla gözyaşini saydim

allahina kitabina sövüp saydim

şafak nabiz gibi atiyordu

sarhoştum kasimpaşa\’daydim

hiç biriniz orada yoktunuz

haliç\’te bir vapuru vurdular dört kişi

polis katilleri ariyordu

deli cafer ismail tayfur ve şaşi

üzerime yüklediler bu işi

sarhoştum kasimpaşa\’daydim

vapuru onlar vurdu ben vurmadim

cinayeti kör bir kayikçi gördü

ben vursam kendimi vuracaktim

*-

ATTİLÂ İLHAN 

(15 Haziran 1925 – 10 Ekim 2005)[2]Türk şairromancıdüşünürdeneme yazarıgazetecisenarist ve eleştirmen. Aydın çalışmalarıyla Türk edebiyat ve düşünce dünyasına önemli katkıları olmuştur. Tiyatro ve sinema sanatçısı Çolpan İlhan‘ın ağabeyidir.

Hayatı[değiştir | kaynağı değiştir]

15 Haziran 1925’te İzmir Menemen’de doğdu. İlk ve orta eğitiminin büyük bir bölümünü İzmir ve babasının işi dolayısıyla gittikleri farklı bölgelerde tamamladı. İzmir Atatürk Lisesi‘nin birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat’ında, 16 yaşındayken tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözaltında kaldı. İki ay hapiste yattı. Türkiye’nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi’ne yazıldı. Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanında Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle ikincilik ödülünü pek çok ünlü şairi geride bırakarak aldı. 1946’da mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi‘ne kaydoldu. Üniversite hayatının başarılı geçen yıllarında Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayımlanmaya başladı. 1948’de ilk şiir kitabı Duvar’ı kendi imkânlarıyla yayımladı.

Paris yılları[2][değiştir | kaynağı değiştir]

1948 yılında, üniversite ikinci sınıftayken Nâzım Hikmet‘i kurtarma hareketine katılmak üzere ilk kez Paris‘e gitti. Bu harekette faal olarak yer aldı. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan birçok karakter ve olaya temel oluşturmuştur. Türkiye’ye geri dönüşünde başı sık sık polisle derde girdi. Sansaryan Han‘daki sorgulamalar ölüm, tehlike, gerilim temalarının işlendiği eserlerinde önemli rol oynamıştır. Şair bu gerilim havasını ilk şiirlerinde olmasa da özellikle Bela Çiçeği gibi kitaplarında eski günlerini yâd ettiği ya da eleştirdiği şiirlerini yayımladı. Birkaç kez gözaltına alındı.

Attilâ İlhan, “Kaptan” lakabının kendisine Paris yıllarında bir dönem sakal bırakması üzerine arkadaşları tarafından yakıştırıldığını belirtmiştir.[3] Lakabın yayılmasında beş bölümden oluşan Kaptan şiiri etkili olmuştur.

İstanbul-İzmir-Paris üçgeni[değiştir | kaynağı değiştir]

1951 yılında Gerçek gazetesinde bir yazısından dolayı soruşturmaya uğrayınca Paris’e tekrar gitti. Fransa‘daki bu dönem, Attilâ İlhan’ın Fransızcayı ve Marksizmi öğrendiği yıllardır. 1950’li yılları İstanbulİzmirParis üçgeni içerisinde geçiren Attilâ İlhan, bu dönemde ismini yavaş yavaş Türkiye çapında duyurmaya başladı. Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi‘ne devam etti. Ancak son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bıraktı. Sinemayla olan ilişkisi, yine bu dönemde, 1953’te Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazmasıyla başlamıştır.

Sanatta Çok Yönlülük[değiştir | kaynağı değiştir]

1957’de gittiği Erzincan‘da askerliğini yaptıktan sonra İstanbul’a dönüş yapan Attilâ İlhan, sinema çalışmalarına ağırlık verdi. On beşe yakın senaryoya Ali Kaptanoğlu adıyla imza attı. Sinemada aradığını bulamayınca, 1960’ta Paris’e geri döndü. Sosyalizmin geldiği aşamaları ve televizyonculuğu incelediği bu dönem, babasının ölmesiyle birlikte yazarın İzmir dönemini başlattı. Sekiz yıl İzmir’de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda, şiir kitabı olarak Yasak Sevişmek ve Aynanın İçindekiler dizisinden Bıçağın Ucu yayımlandı. 1968’de Biket İlhan ile evlendi, 15 yıl evli kaldı.

İstanbul’a dönüş[değiştir | kaynağı değiştir]

1973’te Bilgi Yayınevi‘nin danışmanlığını üstlenerek Ankara‘ya taşındı. Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak’ı Ankara’da yazdı. 1981’e kadar Ankara’da kalan yazar Fena Halde Leman adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul‘a yerleşti. İstanbul’da gazetecilik serüveni Milliyet (2 Mart 1982 – 15 Kasım 1987) ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir süre Güneş gazetesinde yazan Attilâ İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan gazetesinde yazmaya devam etti. 1996 yılından 2005 yılına kadar köşe yazılarını Cumhuriyet gazetesinde sürdürdü. 1970’lerde Türkiye’de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo yazmaya geri döndü.

Sekiz Sütuna ManşetKartallar Yüksek Uçar ve Yarın Artık Bugündür halk tarafından beğeniyle izlenilen diziler oldu.

İlk romanı Sokaktaki Adam yayımlandığında 10 roman yazmıştı. Bunlar hiç gün ışığına çıkmadı. Attilâ İlhan bunun sebebini bir söyleşide şöyle açıklıyor: “… birçok roman yazdım daha önceden. Ama neden yayınlamadım? Çok akıllıca bir sebebi vardı. Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatırlar. O da romancılık değildir. Günlük tutmaktır.” (Düşün, Haziran 1996).

Roman serüvenine başladığında döneminin diğer yazarları daha çok yerel ve kırsal olayları, kişileri işlerken Attilâ İlhan şehir insanını Türkiye’nin yakın dönem tarihini siyasal, ekonomik ve sosyal yanlarıyla ele alan bir yapı içerisinde işliyordu. Sadece İstanbul ve İzmir gibi Türkiye’nin büyük şehirlerini, işlediği dönemin yaşam tarzını, ekonomik ve sosyal sorunlarını kahramanlarının gözüyle yansıtmakla yetinmiyor; aynı zamanda, batı kültürünün Türkiye’ye ne şekilde yansıdığını, olumlu ve olumsuz etkilerini, çizdiği karakterlerle ve Avrupa’daki şehirlerle örtüşen bir yapı

içerisinde inceleniyordu.

Hazırlık ve arayış dönemi[değiştir | kaynağı değiştir]

Romanda “hazırlık ve arayış dönemi” diye nitelendirilebilecek dönemde, yayımladığı Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez‘de yazarın Paris’te yaşadığı yıllara ait deneyimlerinin ve gözlemlerinin karakterlere yansıdığı görülür. Yazıldığı yıllarda Türkiye’deki Batılılaşma uğruna toplumdan kopan kişilerin bocalamaları Sokaktaki Adam‘da ele alınırken, Zenciler Birbirine Benzemez’de Avrupa’da komünist ve antikomünist mültecilerle karşılaşan, hayal kırıklığına uğramış bir devrimci anlatılır. Her bölümün farklı bir karakterin ağzından aktarıldığı Sokaktaki Adam, Attilâ İlhan’ın edebiyatımıza getirdiği yeni bir söylem olarak alınabilir. Daha sonraki romanlarında da görüleceği gibi, diyalektik bir yaklaşımla işlenen olaylarda kahramanlar güçlü ve zayıf yanlarıyla okura ulaşır; birbirlerini suçlamaz ve okuyucuda ön yargı oluşturmazlar. Attilâ İlhan, Zenciler Birbirine Benzemez için şunları söylemiştir: “Kitap ‘soğuk savaş’ın en belalı döneminde yazıldı, yayınlandı. Çok ikircikli bir sorunu tartışıyordum. Romanın kahramanı, İstanbul’daki ve Paris’teki ‘solcu’ çevrelerle düşüp kalkıyor, bunlarla ilişkilerini ve tartışmalarını anlatıyordu, her şeyi olduğu gibi yazmak, romanın yayımlanmasından vazgeçmekle eşitti. Bu bakımdan, içeriğine hafif flu bir hava verdim.”

Romanın dilinin farklılığını ise yazıldığı dönem içerisinde yoğun Fransızca çalışmasına bağlayan yazar, bazı cümleleri Fransızca düşünüp Türkçe yazmıştır.

Olgunluk dönemi[değiştir | kaynağı değiştir]

Yazarın “olgunluk dönemi” diye tanımlanabilecek edebiyat süreci Kurtlar Sofrası ile başlar. Sokaktaki Adam‘da ne istediğini değil, ne istemediğini bilen biri anlatılırken; Zenciler Birbirine Benzemez‘de Mehmed-Ali istedikleri ile istemedikleri arasında mütereddit bir karakteri yansıtmaktadır. Oysa Kurtlar Sofrası‘nda Mahmud ne istediğini çok iyi bilen bir karakteri çizer. Bu üç romanıyla Attilâ İlhan Türk aydınına farklı açılardan bakar, fikirlerini diyalektik-materyalist bir sentez içinde derleyerek Türkiye için bir sentez önerir – ki sonradan yazdığı yedi kitaplık Aynanın İçindekiler serisi de bu zemine oturmaktadır. Bıçağın UcuSırtlan PayıYaraya Tuz BasmakDersaadet’te Sabah EzanlarıO Karanlıkta BizAllah’ın Süngüleri: Reis Paşa ve Gazi Paşa bu seriyi oluşturan romanlardır. Her romanda yer alan karakterler, Türkiye’nin tarihinde köşe başlarını oluşturmuş dönemlere ayna tutan aydınlardır. Tarihi olaylar, politik ve sosyal dengelerle ele alınır. Birbirleriyle bağlantısı olan karakterlerden her biri bir romanda ön plana çıkar ve olaylar onun gözlemleriyle aktarılır. Bu serinin bütünü irdelendiğinde yine, yazarın Türk aydınına yakın tarihimize bir bakma şansı tanıdığını ve kendi toplumcu-gerçekçi bakış açısıyla önergeler sunduğu görülür.

Ölümü[değiştir | kaynağı değiştir]

Attilâ İlhan ilk kalp krizini 1985 yılında geçirdi. Bu tarihten sonra kardiyolojik sorunları devam eden İlhan’ın 2004’ten itibaren sağlık durumu daha da bozuldu. 10 Ekim 2005’te[4] İstanbul’daki evinde geçirdiği ikinci kalp krizi sonucu hayata veda ettiğinde 80 yaşındaydı.

2003 Sertel Demokrasi Ödülü‘ne layık görülmüştür. 1946 CHP Şiir Yarışması İkinciliği, 1974 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü Tutuklunun Günlüğü ile, 1974 Yunus Nadi Roman Armağanı Sırtlan Payı ile, vefatından sonra 2007 yılında kurulan Attilâ İlhan Bilim Sanat Kültür Vakfı çalışmalarına devam etmektedir.

Eserleri[değiştir | kaynağı değiştir]

Film Senaryoları[değiştir | kaynağı değiştir]

  • Yalnızlar Rıhtımı (1959)
  • Ateşten Damla (1960)
  • Şoför Nebahat (1960)
  • Devlerin Öfkesi (1960)
  • Rıfat Diye Biri (1962)
  • Ver Elini İstanbul (1962)

TV Dizi-Film Senaryoları[değiştir | kaynağı değiştir]

  • Paranın Kiri (1979)
  • Sekiz Sütuna Manşet (1982)
  • Kartallar Yüksek Uçar (1984)
  • Yarın Artık Bugündür (1986)
  • Yıldızlar Gece Büyür (1991-1992
  • Tele-Flaş (1992-1993)

Şiir Kitapları[değiştir | kaynağı değiştir]

  • Duvar (1948)
  • Sisler Bulvarı (1954)
  • Yağmur Kaçağı (1955)
  • Ben Sana Mecburum (1960)
  • Bela Çiçeği (1962)
  • Yasak Sevişmek (1968)
  • Tutuklunun Günlüğü (1973)
  • Böyle Bir Sevmek (1977)
  • Elde Var Hüzün (1982)
  • Korkunun Krallığı (1987)
  • Ayrılık Sevdaya Dahil (1993)
  • Kimi Sevsem Sensin (2002)

Şiir albümleri[değiştir | kaynağı değiştir]

  • Ben Sana Mecburum (1999)
  • Ne Kadınlar Sevdim (2001)
  • An Gelir (2006)

Romanları[değiştir | kaynağı değiştir]

Aynanın İçindekiler Serisi

  • Bıçağın Ucu (1973)
  • Sırtlan Payı (1974)
  • Yaraya Tuz Basmak (1978)
  • Dersaadet’te Sabah Ezanları (1981)
  • O Karanlıkta Biz (1988)
  • Allahın Süngüleri: Reis Paşa (2002)
  • Gâzi Paşa (2005)

Öykü[değiştir | kaynağı değiştir]

  • Yengecin Kıskacı (1999)

Gezi[değiştir | kaynağı değiştir]

Anılar ve Acılar Serisi[değiştir | kaynağı değiştir]

Attilâ İlhan’ın Defteri Serisi[değiştir | kaynağı değiştir]

  • Faşizmin Ayak Sesleri (1975)
  • Gerçekçilik Savaşı (1980)
  • Batı’nın Deli Gömleği (1981)
  • “İkinci Yeni” Savaşı (1983)
  • Sağım Solum Sobe (1985)
  • Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler (1985)
  • Ulusal Kültür Savaşı (1986)
  • Sosyalizm Asıl Şimdi (1991)
  • Aydınlar Savaşı (1991)
  • Kadınlar Savaşı (1992)

Cumhuriyet söyleşileri[değiştir | kaynağı değiştir]

Çevirileri[değiştir | kaynağı değiştir]

  • Kanton’da İsyan (1967 , Andre Malraux)
  • Umut (1968, Andre Malraux)
  • Basel’in Çanları (1969, Louis Aragon)

Hakkında çıkan kitaplar[değiştir | kaynağı değiştir]

  • Attilâ İlhan’ın Siyasal Düşüncesi: Türkiye’de Ulusalcılığın Kökenleri – Hakan Reyhan (2012) – Phoenix Yayınları
  • Nâm-ı Diğer Kaptan, Attilâ İlhan’ı Dinledim – Selim İleri – İş Bankası yayınları (2002)
  • Attilâ İlhanın Şiirlerinde Beyoğlu – Nuran Özlük (2011) – Başlık Yayın Grubu
  • Mavi Adam, Attilâ İlhan’la söyleşiler – Zeynep Aliye (2001) – Bilgi Yayınevi
  • Yalnız Şovalye Attilâ İlhan – Zeynep Ankara (1996) – Bilgi Yayınevi
  • Şehir Filmleri: Attilâ İlhan – Nur Akalın (2006) – +1 Kitap
  • Attilâ İlhan’a Edebiyat Dünyasından Mektuplar – Belgin Sarmaşık (2001) – Otopsi Yayınları
  • Attilâ İlhan’la 1000 Saat – Erol Manisalı (2001) – Bilgi Yayınevi
  • Attilâ İlhan’la Siyaset Güncesi – Erol Manisalı – Derin Yayınları
  • Attilâ İlhan’la Hayatın İçinden – Erol Manisalı (2006) – Truva Yayınları
  • Attilâ İlhan’la Akıp Giden Düşünceler – Erol Manisalı (2005) – Derin Yayınları
  • Düşünceler: Attilâ İlhan’la Neler Tartıştık – Erol Manisalı (2002) – Gündoğan Yayınları
  • Büyük Yolların Haydutu: Fotoğraflarla Attilâ İlhan’ın Yaşam Öyküsü – Öner Cirvaoğlu (1997) – Sel Yayıncılık
  • Attilâ İlhan’da Kültür Sorunsalı – Gönülden Esemenli Söker (2002) – Bilgi Yayınevi
  • Attila İlhan: Açtırma Kutuyu (46-83), Attila İlhan: Söyletme Kötüyü (83-87) – Belgin Sarmaşık (2004-2005) – Bilgi Yayınevi
  • Şubat Yolcusu: Attilâ İlhan’ın Şiiri – Yakup Çelik (1998) – Akçağ Yayınları
  • Bütün Kaleler Zaptedilmedi: Attilâ İlhan’la Birkaç Saat – Hulki Cevizoğlu (2004) – Ceviz Kabuğu Yayınları
  • Batı’nın Maskesi Düşüyor: Attila İlhan’la Sohbet – Muharrem Bayraktar (2009) – AsyaŞafak Yayınları
  • Toplumbilimsel Roman Çözümlemesi: Louis Aragon ve Attilâ İlhan – Yavuz Kızılçam (2005) – Ürün Yayınları
  • An Gelir: Attilâ İlhan – Yakup Çelik (2011) – Küçükçekmece Belediyesi
  • Attilâ İlhan Armağanı: “Kaptan’a Saygı ile” – Yakup Çelik (2006) – Kültür Bakanlığı
  •  

BELMA SEBİL

seni ben kallavi sokağı’nda gördüm

sen beni görmedin görmedin

kapıları çaldım adını sordum

söylemediler öğrenemedim

seni ben kallavi sokağı’nda gördüm

bir daha görmedim bilmedim

belma sebil adını yakıştırdım

aklıma geldikçe her sefer

gözlerinin mavisini bitirdim

saçlarının siyahına başladım

kallavi sokağı’nda güvercinler

benim karanlık istanbul’um

bir esnaf kahvesine oturdum

belma sebil ya geçti ya geçer

rüzgarını içime doldururum

kallavi sokağı’nda güvercinler

bunca yıl sönmemiş umudum

nisan değilse mayıs

perşembe değilse pazar

ben belma sebil’i bulurum

*

DUVAR

“bu şiir ikinci dünya savaşı içinde kahredilen bütün dünya duvarları için yazılmıştır”

ben bir duvarım hiç güneş görmedim

sen hiç güneş görmemiş bir başka duvar

yüzümüz benek benek tahta kurusundan

ve sinemiz baştan başa ak üstünde karalar

Ñkelepçeden kahroldu kahroldu bileklerim

Ñsıyrılıp çıktım artık ölüm korkusundan

Ñdilim dilim sırtımdaki yaralar

ben demirbaşım sığır siniriyle dayak yedim

biz de duvarız dinleyen duyan düşünen duvarlar

bizim kucağımız terkedilmiş bir yatak gibi kirli soğuk

ve bizim kucağımızda kasırgalı insanlar

yüzündeki deniz parlaklığıyla durur hatıramızda

o çocuk yumruklu dev o dev yumruklu çocuk

o zaman mayıs\’tı yağmurlar başımızda

bir cumartesi akşamı girdi kapımızdan

gözlerinde kıpkızıl diken diken öfkesi

adeta birdenbire aydınlandı zindan

onu böyle görünce nasıl da korkmuştuk

sapından fırlamış bir balta gibi çehresi

ve omuzlarında delikanlı gölgesi

o zaman mayıs\’tı yağmurlar başımızda

o sırtüstü yatağında yatardı

sımsıcak gözleri şimdi bile aklımdadır

bir sana bakardı bir bana bakardı

dışarda tabiat mevsimin en çıngıraklı ayındadır

toprak ana bütün zincirlerinden çözülmüş

sabahlar akşamüstleri manolya gibi parlak

tarlaların yüzü gülmüş

işte her akşam geçtiği denize çıkan sokak

ah işte annesi annesi sevgilisi

işte biz dinleyen duyan düşünen duvarlar

işte o çocuk yumruklu dev o dev yumruklu çocuk

dışarda tabiat mevsimin en çıngıraklı ayındadır

bizim kucağımız terkedilmiş bir yatak gibi kirli soğuk

o birkaç defa kartal gibi gitti kartal gibi döndü

çığlıklarını değil kırbaç sesini duyduk

biz duvarız neyleyelim gözlerimiz ağlamayı bilmez

onu bir gece sabaha karşı büsbütün götürdüler

kendi gitti ismi kaldı yadigâr bağrımızda

o zaman mayıs\’tı yağmurlar başımızda

ya biz idam duvarıyız karşımızda çok insan öldürdüler

onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık

temelimiz kanla beslendi ama nedense uzamadık

öyle bakmayın bu yaralar şerefli yara değil

getirirler vururlar biz öyle dururuz

yağmurlar gözyaşı bulutlar mendil

elimizden ne geldi de yapmadık

ah öyle bakmayın utanırız kahroluruz

onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık

bir mayıs sabahı toprak rezil gök rezil

yıldızlar küfür gibi yüzümüze tükürür gibi

şafak sancılarıyla iki büklümdü ufuk

ve simsiyah çamur gibi bir manga ortasında

siyaset meydanına geldi dev yumruklu çocuk

bulutlar eğilip alnının terini sildiler

ve mermiler birdenbire ölümü getirdiler

o düştü biz yine ayakta kaldık

halbuki ne kadar ne kadar yorgunuz

öyle bakmayın bu yaralar şerefli yara değil

ah öyle bakmayın utanırız kahroluruz

*

KONUŞULANLAR

Attilâ İlhan, 12.09.2005 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde, parantez açıp bir süreliğine okurundan izin istedi.
10.10. 2005 Pazartesi tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde ise İbrahim Yıldız, “Cumhuriyet’ten Okurlara” adlı köşesinde, İlhan’ın gazeteden ayrıldığının haberini verdi ve şöyle dedi:
“Yazarımız Attilâ İlhan, yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle bundan böyle Cumhuriyet’teki yazılarına son verdi. Cumhuriyet adına İlhan’a bugüne dek verdiği destekten dolayı teşekkür ediyoruz. Sağlıklı günler dileğimizle, Attilâ İlhan’ın ayrılık gerekçesini kendi satırlarıyla okurlarımızla paylaşalım:
“Bilmem söylemiş miydim, benim sicilimde bir enfarktüs sabıkası vardır; geçtiğimiz yayın döneminde, hekimlere bakarsan, aşırı çalışmadan, bazı arazı nüksetti, gazeteye mümkün mertebe aksettirmeden, iki defa ‘yoğun bakım’da kızağa çekildim.
Yeni yayın dönemine başlamadan, görüşlerine başvurduğum dört farklı hekimin dördü de, üzerimdeki yükü hafifletmemin bir ‘sağlık mecburiyeti’ olduğunu belirtti; dediklerine göre, iki yayınevi, bir gazete ve bir televizyondaki yoğun çalışmayı kaldıramazmışım.
Cumhuriyet’teki yıllarım, meslek hayatımın en hareketli, en renkli, en bereketli yılları oldu. Her şey bilhassa tahammülünüz ve sabrınız için, hepinize teşekkür ederim.”

AN GELİR ATTİLÂ İLHAN ÖLÜR (12/10/2005)

Kalp krizi Türkiye büyük edebiyat ustalarından birini kaybetti. Şairliğinin yanı sıra roman, deneme ve senaryolarıyla da tanınan, sanattan politikaya kadar geniş bir alanda ilginç tartışmalara yol açan Attilâ İlhan, önceki gün saat 22.15 sıralarında Kanlıca’daki evinde geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. Tutuklu liseli Menemen’de 15 Haziran 1925’te doğan ünlü şair, ilk şiir kitabı ‘Duvar’ı 1948’de yayımlamış, cezaevindeki Nâzım Hikmet dahil, dönemin ustalarından övgü almıştı. Attilâ İlhan, 16 yaşındayken Nâzım Hikmet şiirleri taşıdığı için tutuklanarak okuldan atılmıştı. Yarın defnediliyor Şiirleri kitlelerce benimsenen Attilâ İlhan yarın saat 10.00’da KanalTürk binası, saat 11.00’de de AKM Büyük Salon’daki törenlerle anılacak. Ünlü sanatçının naaşı, Teşvikiye Camii’nde öğle namazının ardından Aşiyan Mezarlığı’nda toprağa verilecek. Ustalar üzgün: Bir dönem için idoldü Fazıl Hüsnü Dağlarca: Ölümü yazınımız için bir
yitiktir. Adalet Ağaoğlu: Attilâ İlhan büyük şairlerimizdendir. Çok üzgünüm. Hilmi Yavuz: Attilâ İlhan ilk gençlik yıllarımızın hem şair hem de entelektüel olarak tek idolü idi. Doğan Hızlan: İyi şair, enteresan romancı, sivri dilli polemikçi… Ataol Behramoğlu: Türk şiiri en büyük ustalarından birini kaybetti. Küçük İskender: Çeşitli dönemlerimde kendime hoca olarak kabul ettiğim beş şairden biriydi. Oktay Akbal: Çağdaş edebiyattan birkaç kalıcı isimden biridir. İlhan Berk: Hep bir fenomendi. Selim İleri: Attilâ İlhan, çağdaş Türk edebiyatında bütünüyle bir devir, bir dönem, bir fırtınaydı

ATTİLA İLHAN ÜZERİNE

     SELİM İleri gibi iyi bir romancımız, Attila İlhan’la mülakat yapınca “N**am ı diğer Kaptan: Atilla İlhan’ı Dinledim” adıyla çok güzel bir eser çıkıyor. (İş Bankası Kültür Yayınları.)
     Atilla İlhan’a, edebiyatçılığının yanında büyük bir kültür sentezcisi düşünür olarak çok saygı duyarım.
     İlhan “Atatürk, Mustafa Kemal, Ulu Önder” değil “Gazi” kavramını tercih eder. Çünkü İlhan’ın ‘büyük sentez’in tarih**ı temsilcisi “Gazi”dir. Atatürk’e bildik klişelerin dışında, özgün bir bakış…
     Attila İlhan zihnindeki büyük sentezi Gazi’de somutlaştırmak için, Tek Parti döneminde eleştirdiği her şeyi İnönü’ye yükleyerek tarihi yeniden kurar! Türk musikisinin ve Osmanlı kültür mirasının reddedilmesini, “Yunan, Latin” özentili bir “alafrangalığa” gidilmesini “Batı ile ittifak imzalayan… diktatör İnönü’ye” yükler! (Sf. 271)
     “Batı ile hiç andlaşma yapmayan” Gazi ise, Dil ve Tarih Kurumları’nı kurarak “ulusallığı” seçmişti. (Sf. 251)
     Bu görüşe katılmıyorum. Atatürk’ün dil ve tarih tezlerinin amacı Osmanlı kültürünü, Türk musikisi araştırarak Attila İlhan’daki gibi bir sentez oluşturmak değildi. Bunlardan ‘arınmış’ bir kültür yaratmaktı. Bazı aşırılıkları da İnönü frenlemişti.
     * * *
     İLHAN’IN büyük yönü büyük bir kültür sentezi yapabilmiş olmasıdır.
     Milli Mücadele hatıralarıyla dolu, “Cumhuriyetçi, vatanperper” bir aile ocağı. Romanda ramazanlarda sahura kalkılıyor. Ve, “tadına sonradan vardım” dediği Osmanlı izleri…
     “Kasabanın içerisinde arklar vardı ve sular akardı. Suların yanına kavaklar dikmişler. Çok güzel camiler vardı. Bir tanesini Sinan yapmış.” (Sf. 30)
     Faruk Nafiz’in, Mehmet Akif’in, Necip Fazıl’ın şiirleri… İstiklal Marşı’nı ezbere okuyan Attila’yı “Turancı” Nihal Atsız’ın kutlaması…
     Ve ille de Nazım Hikmet… Hem şiiriyle hem romantik komünizmiyle! Ve bir lise talebesinin komünist diye tutuklanması! (Sf. 41)
     Stalinci genç Attila Paris’tedir. Troçkistlerle ve komünist olmayan aydınlarla, dogmalara sığmayan olgularla tanışır. Mustafa Kemal’i sorarlar, bilmediğini fark eder!…
     İlhan’ı yoğuran zengin, zahmetli, yaratıcı yeni deneyimler!
     “Bir sürü şey çıkmaya başladı… Bunlar beni düşündürüyor… Okudukça bunları kavramaya başlıyorum…” (S1. 119)
     * * *
     HALBUKİ bizde 1940’larda, 50’lerde “aydınlar, hatta komünist aydınlar büyük ekseriyetle komprodor kültürüyle yetişmiş çocuklar, komprador komünistler…” (Sf. 99)
     TKP geleneğinde “her şey Moskava’ya bağlı.” (Sf. 110)
     1960’larda çıkan Sol Kemalist “Yön” dergisi; “okurken dehşet içinde kalıyorum. Dergide tartışılan konular 1930’lar marksiszminin tartıştığı konular.” (Sf. 205)
     “Türk solunun bir türlü ayakları yere basar sol olmaması beni hep rahatsız etmiştir.” (Sf. 215)
     Attila İlhan’ın “marksist metod”la yaptığı sol Kemalist sentez İslam, Osmanlı ve ‘Türkçü’ kültür mirasını da benimsiyor. (Sf. 271)
     Bu büyük sentezin küçük bir örneği: “Nazım’ın Şeyh Bedreddin Destanı’nda hem Divan hem de Halk şiirimizin mükemmel bir sentezi vardır.” (Sf. 91)
     Kültür zenginliği ile tanışmak isteyen herkes, hele de Milli Eğitim’in ‘ideokrat’ efendileri, mutlaka bu eseri okumalıdır…
    
     
t.akyol@milliyet.com.tr

ŞAİR VE KURUM OLARAK ATTİLÂ İLHAN

Haluk Şahin

Dün kaybettiğimiz Attilâ İlhan çok yönlü ve çok boyutlu bir insandı. Şair, romancı senaryo yazarı, düşünür, gazete yazarı, polemikçi… Türkiye’nin kaybı da çok yönlü ve çok boyutludur.
Bence kayıpların en büyüğü şair olarak Attilâ İlhan’dır. Bu elbette insan olarak Attilâ İlhan’dan ayrılamaz. Attilâ İlhan, şiirlerine ters düşmeyen özgün bir insan olarak yaşadı. Şair gibi yaşamış, şiirine yakışmış şairimiz o kadar azdır ki…
Büyük şairler aslında bir kurumdurlar: Yaşadıkları dönemin gençlerinin duygusal eğitiminde çok önemli bir rol oynarlar. Kim kimi nasıl sevecek, nasıl terk edecek, nasıl efkârlanacak, nasıl başkaldıracak, nasıl yollara düşecek? En önemli şeyleri onlardan öğreniriz.
Bizim kuşağımız hayata ve sevdaya dair pek çok şeyi onun şiirlerinden öğrendi. ‘Ben sana mecburum’, ‘pia’, ’emperyal oteli’, ‘yağmur kaçağı’… Neonların yanıp söndüğü karanlık sokakların o ıslak, ‘arabesk’ (Ece Ayhan) romantizmi çoğumuzun ruhuna işledi.
Birazcık eşeleyecek olursanız, hâlâ oradadır.
Bakıyorum, gençler de onun için benzer şeyler söylüyorlar. Demek ki, en azından yarım asır… Edebiyatımızda eğitici etkisi bu kadar uzun sürmüş bir başka şairimiz var mıdır, bilmiyorum.
Şiiri yaşayacak, etkisi sürecektir.
Düşünsel planda önemi, DoğuBatı gerilimini görüşlerinin merkezine yerleştirmesi ve özgün sentez ihtiyacını vurgulamasındadır. Bu sorunsal elbette tüm önemli düşünürlerimizin ana gündem maddesidir. Ancak, Attilâ İlhan’ın bu sorunsala yaklaşımı farklı ve şaşırtıcıydı: Aslında çok ‘Batılı’ yerlerden gelerek (pozitivizm, Marksizm) tercihini Doğu’dan yana kullanıyor, verdiği yanıtlardan çok, sorduğu sorularla dikkat çekiyordu.
‘Hangi Batı?’ sorusu sorulmaya devam edecektir.
Kaybın kişisel yanı da var: Türkiye’nin fikir ve edebiyat dünyasına bulaşanların Attilâ İlhan gibi büyük bir isimden paylarına bir şey düşmemesi imkânsızdır…
Onu ilk kez 1956 yılında Bursa Kız Enstitüsü’ndeki şiir matinesinde izleyicileri büyüleyen sarı fularlı genç şair olarak hatırlıyorum. Bence onun gibi şiir okuyan gelmedi. Yıllar sonra ‘Attilâ Abi’miz oldu. 197576’da Ankara’da TRT’deyken sevgili Tarcan’la (Günenç) birlikte Tunalı Hilmi’ye kaçıp dergâhında geçirdiğimiz doyum olmaz saatler… Ufku genişti: McLuhan’dan ve Ivan Illich’ten konuştuğumuzu hatırlıyorum. Ve 1980 ve 90’lardaki İstanbul buluşmaları… TV’8 için seçim gezileri, televizyon programları…
Ayrı mekânlar ve zamanlara rağmen hep aynı adamdı: Farklı olmaya önem veren, beliğ, kendine güvenli.
Geriye anılar ve şiirler kaldı. Ve tabii, ‘Elde var hüzün.’

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=166685

*
AN GELİR ATTİLÂ İLHAN ÖLÜR…

50 yılı aşkın süredir edebiyat dünyamızda ayrı bir yeri olan Attilâ İlhan, 80 yaşında hayata veda etti. “An gelir / Attilâ İlhan ölür” demişti şair, bir de “Elde var hüzün…”

Şiir, roman, deneme, senaryo yazarı olarak edebiyat dünyamızda önemli bir yeri olan; edebiyat, dil, aydınlar, sosyalizm ve kadınlarla ilgili çıkışlarıyla hafızalara kazınan polemikler yaratan Attilâ İlhan, 80 yaşında kalp krizi sonucu hayata veda etti. 15 Haziran 1925 Menemen doğumlu olan Attilâ İlhan, bir röportajında kendi ölümünü nasıl düşündüğünü şöyle anlatmıştı: “Ölümden sonrasına inanmadığım için, ölüm son derece basit bir olay. Zaten bir enfarktüs geçirdim. Bir ikincisi gelecek ve beni alıp götürecek.”

GÖZALTINA ALINAN İLK LİSELİ


Türkiye’de gözaltına alınan ilk lise öğrencisi olan Attilâ İlhan, “O işin prömiyeri bende. 16 yaşındaydım daha. (…) O olaydan sonra damgalı eşek gibi İzmir’de, Karşıyaka’da herkes bizi tanıdı” diye anlatıyor bu olayı.
O sıralar İzmir Atatürk Lisesi’nde öğrenci olan İlhan, Türk Ceza Kanunu’nun 141. maddesine aykırı davranma savıyla tutuklanıp okulundan uzaklaştırıldı. Daha sonra, Danıştay kararıyla öğrenim hakkı kazanarak İstanbul Işık Lisesi’ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakltesi’nde başladığı yükseköğrenimini yarıda bırakan İlhan, 19491965 yılları arasında aralıklı olarak 6 yıl Paris’te yaşamını sürdürdü.
Asım Bezirci, Hasan Tanrıkut ve Orhan Müstecabi ile Gerçek gazetesinde çalışan İlhan, Sorbonne’da filmoloji kurslarına da devam etti. Türkiye’deki gazetecilik serüvenine sinema eleştirmeni olarak başlayan İlhan’ın 1951’de yazdığı ‘Sokaktaki Adam’ romanı, 15 yıl evli kaldığı Biket İlhan tarafından sinemaya uyarlandı.
*
MAVİCİLER AKIMI


Yeni Edebiyat, Yücel, Genç Nesil, Fikirler, Varlık, Aile, Yirminci Asır, Seçilmiş Hikâyeler, Kaynak, Ufuklar, Mavi, Yeditepe, Dost, Yelken, Ataç, Yön, Milliyet Sanat ve Sanat Olayı dergilerinde şiirleri yayımlanan İlhan, Mavi dergisinde Maviciler diye bilinen toplumsal gerçekçilik akımının sözcüsü oldu.
Attilâ İlhan, Demokrat İzmir gazetesinde magazin servisi yöneticiliğinden gazete yöneticiliğine, 8 yıl süreyle çalıştı. CHP’nin yayın organı Ulus’ta yazarlık yaptı, ancak CHP’yi eleştiren yazıları nedeniyle buradaki görevine son verildi. 1973 1979 yılları arasında Bilgi Yayınları’nda editörlük görevini sürdürdü. İlhan, 2 Mart 1982 15 Kasım 1987 tarihleri arasında Milliyet gazetesinde “Doğrudan Doğruya” isimli köşesinde yazdı. Attilâ İlhan, 1996’dan 12 Eylül 2005’e kadar da Cumhuriyet gazetesinde “Söyleşi” isimli bir köşede yazıyordu.
İlhan’ın vefatı dolayısıyla Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı Bülent Arınç, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, ANAP Genel Başkanı Erkan Mumcu, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, mesaj yayımladı.

EDEBİYAT SERÜVENİ

1975 yılında TDK Şiir Ödülü’nü; aynı yıl “Sırtlan Payı” isimli romanıyla Yunus Nadi Roman Ödülü’nü alan Attilâ İlhan’ın ilk şiiri “Balıkçı Türküsü” 1941 yılında yayımlandı. İlk şiir kitabı “Duvar”da yer alan “Cabbaroğlu Mehemmed” şiiri ile 1946 CHP Şiir Yarışması’nda ikincilik ödülü aldı. İlhan’ın “Sisler Bulvarı”, “Yağmur Kaçağı”, “Ben Sana Mecburum”, “Bela Çiçeği”, “Yasak Sevişmek”, “Tutuklunun Günlüğü”, “Böyle Bir Sevmek”, “Elde Var Hüzün”, “Korkunun Krallığı”, “Ayrılık Sevdaya Dahil” ve “Kimi Sevsem Sensin” isimli şiir kitapları; “Zenciler Birbirine Benzemez”, “Kurtlar Sofrası”, “Bıçağın Ucu”, “Sırtlan Payı”, “Yaraya Tuz Basmak”, “Dersaadet’te Sabah Ezanları”, “O Karanlıkta Biz”, “Fena Halde Leman”, “Haco Hanım Vay” ve “Allahın SüngüleriReis Paşa” isimli romanları ve “Yengecin Kıskacı” adlı bir öykü kitabı bulunuyor. Yazar çok sayıda deneme ve gezi kitabına da imza atmıştı.

BÖYLE BİR SEVMEK (NE KADINLAR SEVDİM)

Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
Azıcık okşasam sanki çocuktular
Bıraksam korkudan gözleri sislenir

Ne kadınlar gördüm zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir
Hayır sanmayın ki beni unuttular

 ‘BUNLARI DA GÖRDÜM YA!..’

10 Ekim Pazartesi akşamı 22.00 sıralarında geçirdiği kalp kriziyle yaşamını kaybeden Attilâ İlhan, okurlarıyla son olarak 9 Ekim Pazar günü, 24. İstanbul Kitap Fuarı kapsamında Interexpo Salonu’nda yaptığı “Her Şeyi Biliyor muyuz?” başlıklı söyleşi sırasında bir araya geldi.
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nın düzenlediği etkinlikte, bir metne bağlı olmadan irticalen konuşan Attilâ İlhan, Türk halkının aydınlar tarafından bir nevi dışlandığına, aydınların halkı anlamadığına dikkat çekti ve aydınların milli sentezi yapamadığını belirtti. Bu iddiasına kanıt olarak da, okuma yazma oranı yüzde 80 olan 72 milyonluk Türkiye’de, gazetelerin toplam satışının 4.5 milyon olmasını gösterdi.
Asistanı Belgin Sarmaşık’ın verdiği bilgiye göre, 1000 kadar kişi tarafından dinlenen ve ayakta alkışlanan Attilâ İlhan, yaptığı konuşmadan sonra, “Bunları da gördüm ya… Ben çok şanslıyım” dedi.
İlhan’ın son dakikalarında yanında bulunan Belgin Sarmaşık, Attilâ İlhan’ın 10 Ekim günü, akşamüstü eve geldiğinde yorgun olduğunu söyleyerek bir süre dinlenmeye çekildiğini, ardından birlikte uzun uzun sohbet ettiklerini, ölümünün çok ani olduğunu kaydetti.
Yarın saat 10.00’da Kanal Türk binasında ve 11.00’de AKM Büyük Salon’da Attilâ İlhan için birer tören yapılacak. İlhan’ın cenazesi tören sonrası 13.00’te Teşvikiye Camii’nde kılınacak öğle namazının ardından Aşiyan Mezarlığı’nda defnedilecek.
*

FIRTINA GİBİ BİR ADAMDI

BİKET İLHAN 

(Attilâ İlhan’ın eski eşi, senarist): Çok kötü oldum. Aklımı toplayabilmiş değilim. Çok önemli bir kayıp. Ayrılmıştık ama dostluğumuz yıllar boyu sürdü. Televizyonda kendisi hakkında yapılan konuşmaları dinliyorum, herkes yerinin doldurulamayacağını söylüyor. Gerçekten de yeri doldurulmayacak, gerçek bir aydındı.


FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA (ŞAİR): 

Attilâ İlhan’ı eski gibi severdim. Bir gün yeni olan, kimi gün kendisi olmayan, kimi gün yıllarca görmediğimiz, kimi gün aykırı, kimi gün eski yüzünü saklayamayan, kimi gün abartılmış, kimi gün unutulmuş biri gibi görürdüm. Şimdi yalnız ölümün kendisi gibi görüyorum. Ne desem boş. Yok olur biri, gazetelerde birkaç gün yaşar biri.

*
GÜLTEN AKIN (ŞAİR): 

Fırtına gibi bir adamdı. Çok kendine özgü bir şair ve yazardı. Önemliydi ve değerliydi. Çok üzüldüm.

*
PINAR KÜR (YAZAR): 

Attilâ İlhan benim hem çok sevdiğim bir yazar hem kişi olarak dostumdur. İlk kitabımın yayımlanmasına önayak olmuştu. Söylemek istediğim çok şey var aslında ama şu an çok üzgünüm.

*
ÇETİN ALTAN (YAZAR): 

Yazarlarımızın ve şairlerimizin ölümlerinden sonra kıymete binmeleri çok acı. Tomris Uyar 2 yıl hastanede yattı, kimsenin umurunda olmadı. Ama ölünce haber değeri kazandı maalesef. Attilâ, Beş Hececiler, Garip gibi şiir akımlarının dışında, kendi özgün tarzını yaratabilmiş bir şairdi. Türkiye’de koltuklarıyla değil kalemleriyle önemli olan insanların değeri hâlâ anlaşılamadı. O, kalemiyle önemli olan insanlardan biriydi. Bizim neslimiz gitgide kayboluyor Türkiye’de; Attilâ’nın ölümüyle daha bir eksildik.

*
İLHAN BERK (ŞAİR): 

İlhan benim gözümde her alanda ve Türk edebiyatında bir fenomendi. Ona her zaman şaşırarak bakmıştım. Bu düşüncem hep de sürecektir kanısındayım.

*
TAHSİN YÜCEL (YAZAR, ELEŞTİRMEN): 

Üzgünüm. Kendisiyle birtakım tartışmalarımız olmuştu. Daha doğrusu ben onun dil konusundaki düşüncelerini epeyce eleştirmiştim. Paylaşılması zor, kendine özgü düşünceler ileri sürerdi sık sık. Ama şunu söyleyebiliriz: Attilâ İlhan’ı belki de dönemlerine göre değerlendirmek gerekir. İlhan, bizim gençlik yıllarımızda gerçekten şiirimize yeni bir duyarlılık getiren bir ozandı. “Abbas Yolcu” adlı kitabında yer alan yolculuk yazıları şiir tadındaydı. Bu tadı bazı romanlarında da buluruz. Son döneminde bugünkü kuşaklarca kullanılmayan, kendisinin de ilk dönem yapıtlarında kullanmadığı eski bir dil kullanıyordu. Cumhuriyet ve Atatürk devrimleri konusunda da genellikle paylaşmadığımız, kendisine özgü düşünceleri vardı.

*
FÜRUZAN (YAZAR): 

Attilâ İlhan bütün hayatı boyunca savunduğu, ülkesi için iyi olduğuna inandığı bilgilerini okurlarıyla korkusuzca paylaştı, dolu ve iyi bir hayat yaşadı bence. Çok iyi bir şairdi. Çok iyi bir yazardı. Değerli bir edebiyat adamımızı yitirdik. Ama onun verimli bir ömür yaşadığını düşündüğümde, ki ben bunun böyle olduğuna inanıyorum, bu ölüm için üzülüyorum. Böylesi bir hayatın alkışlanması gerektiği kanısındayım.
*

SEN BENİM HİÇBİR ŞEYİMSİN Sen benim hiçbir şeyimsin
Yazdıklarımdan çok daha az
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Lüzumundan fazla beyaz
Sen benim hiçbir şeyimsin
Varlığın yokluğun anlaşılmaz
Galiba eski liman üzerindesin
Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
Dudaklarınla cama çizdiğin
En fazla sonbahar otellerinde
Üniversiteli bir kız uykusu bulmak
Yalnızlığı öldüresiye çirkin
Sabaha karşı öldüresiye korkak
Kulağı çabucak telefon zillerinde
Sen benim hiçbir şeyimsin
Hiçbir sevişmek yaşamışlığım
Henüz boş bir roman sahifesinde
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Ne çok çığlıkların silemediği
Zaten yok bir tren penceresinde
Sen benim hiçbir şeyimsin
Yabancı bir şarkı gibi yarım
Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Uykumun arasında çağırdığım
Çocukluk sesimle ağlayarak
Sen benim hiçbir şeyimsin

Bağlantılı Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.